Kurtlar sofradayken Eskişehir'i anlamak
Eskişehir halkı bitmek bilmez bir vefa borcunun yükü altında kendine yol arıyor. Şehirdeki toplumsal muhalefetin siyaseten kısırlığı Eskişehir siyasetini de dar alana kapatmış durumda.
Odunpazarı’nda suyu kaynayan Kurt, işi gücü bırakıp, CHP’de Kılıçdaroğlu’nun gitmesini isteyen parti içi muhalif muhitlerle kaynaşmaya başlamış. Katıldığı yerel televizyon programlarında bile sohbetin yarısında belediye işlerini konuşuyorsa, diğer yarısında Eskişehir seyircisini ülke siyasetinin polemikleriyle meşgul eden bir isim. Bu kez hızını alamayıp “Kılıçdaroğlu devam ederse Eskişehir’de bile kaybedebiliriz” deyivermiş, “Bizim başkanlar özel oylarımız var diyor da ben garanti görmüyorum.”
Aylardır Büyükerşen’in ağzından çıkacak tek bir kelimeyi dört gözle bekleyen yerel siyaset mahfilleri daha Kurt’un bu çıkışıyla meşgul olmaya fırsat bulamadan, Hoca bir anda Barış Yarkadaş’a konuşuverdi. Kurt’un sözleri CHP denen yankı odasının duvarlarına belki ulaşamadı ama şehrin “tek adamı” bu pervasız demeci es geçecek biri değil, bunu şehirde üç beş senesini geçirmiş insanlar da bilir.
Hoca lafı hiç eğip bükmedi, ortaya da bırakmadı, net ve doğrudan Kurt’u hedef alarak söyledi: “Bu laflar sürdürülebilir provokasyondur.” Ben de eğip bükmeden hemen tespiti yapayım: Eskişehir’de kurtlar sofrası açıldı. Diyor ki Hoca, Eskişehir’de Kılıçdaroğlu yüzde 54 aldı, AKP yerel seçim için aday bulamıyor, bu tartışma niye çıkıyor? Siyasetteki ketumluğunu son âna dek korumasıyla bilinen Büyükerşen, daha da ileri gidip, “Ben bu tartışmalardan sonra yeni dönemde de aday olmaya karar verdim” cümlesiyle siyaset gündeminin ortasına bombayı resmen ve alenen bırakıverdi.
Yirmi beş yıldır tek bir adamın iki dudağına tabi belediyelerin kaderi, içinde demokrasiden eser bulunmayan çok partili siyaset penceresinden bakıldığında, CHP’nin Ankara’daki genel merkezine tabi artık. Bugüne kadar şu ya da bu ölçüde şehri mafsal bilerek siyaset yapan Eskişehir’de artık yerel seçim aday listelerini belirleyecek tek bir soru var: Kılıçdaroğlu gidecek mi kalacak mı?
Geçen yerel seçimi hatırlayın, hangimiz Büyükşehir ya da Tepebaşı seçim sonucunu kalbi küt küt atarak bekledi? Kimin aklına bu belediyelerin el değiştime ihtimali geldi? Peki, Odunpazarı? İp üstünde yürümedi mi bütün seçim süreci boyunca. Evet, nihayetinde Kurt kazandı ama “Ya kaybederse?” sorusu herkesin aklındaydı son âna dek.
Kurt diyor ki, İYİ Parti benim karşıma aday çıkardı, ben ona rağmen kazandım. Doğru ama iddia ettiği kadar güçlü bir “rağmen” faktörü yok orada. İki genel seçimde de şehirden yüzde 13-14 bandında destek alan İYİ Parti’nin 2019 yerel seçiminde aday çıkardığı Odunpazarı’nda Eskişehir seçmeninden aldığı oy sadece yüzde 3,8. Dört bile değil. Kurt sandıktan yüzde 48,4 ile çıktı. Ataç’ın oyu yüzde 56,3 idi. Büyükerşen’in yüzde 52,3.
Bu veri bize bir kez daha net olarak şunu söylüyor: Eskişehir seçmeninin yerel ve genel seçimdeki tutumları arasında mütemadiyen radikal bir farklılık açığa çıkıyor. Evet, aday listelerini büyük ölçüde parti genel merkezleri veya onların icazet verdiği yerel isimler belirliyor ama seçmenin sandıktaki tutumu en azından yirmi beş yıldır yerel seçimlerde Eskişehir’e özgü bir hikâyeyi sürdürüyor.
Demem o ki, Kurt beyhude yere kostaklanıp durmasın. Geçen seçimde ipten döndü, yeni dönemde Odunpazarı’nı kuvvetle muhtemel CHP'li olmayan biri yönetecek. O da biliyor, geçen seçimde karşısına çıkan adayların doğru belirlenmediğini. Bu yüzden diyor ki, eğer bu seçimde İYİ Parti doğru adaylar çıkarırsa Eskişehir’i kaybedebiliriz.
Bana sorarsanız, Kurt bir daha kazanamayacağını biliyor, Odunpazarı’nda bir dönem daha devam edemeyeceğini ve artık oraya hiçbir zaman dönemeyeceğini anladı. Ama bunu açıkça ifade etmek yerine, ben kaybedersem herkes kaybeder söylemine yöneliyor. Daha açık söyleyeyim: Kaybedeceğini bilen Kâzım Kurt, yerel siyaseti ateşe vererek parti içi muhalefetin merkezine çekiliyor. Geride kaynakları heba edilmiş bir belediye bırakarak.
Eğer bir ülkede toplumsal muhalefet kendini ifade edecek söylemsel ve eylemsel alanın sınırlarını genişletemiyorsa, siyasetin dinamiği de dar alana sıkışıp kalıyor. Eskişehir siyasetindeki durum tam da bu. Şehirdeki toplumsal muhalefetin siyaseten kısırlığı Eskişehir siyasetini de cendereye almış durumda. Zihinlerde şehrin âdeta kurucu babası payesini edinen Hoca ile hırslı iki selefi arasında geçen iktidar kavgası ve rakiplerin şehri ele geçirmek için surlarda gedik aradığı bu yerel siyaset cenginde Eskişehir halkı bitmek bilmez bir vefa borcunun yükü altında kendine yol arıyor.
Eskişehir sıtma nöbetine tutulmuş hâlde. Asıl derdimiz bu. Neden sıtma diyorum, biliyor musunuz? Öte yanda birileri de bize ölümü gösteriyor. Şehir sermayesinin doymak bilmez taleplerine sırtını dayayarak gözünü şehrin yönetimine dikmiş oda başkanları devşirdikleri kalemler aracılığıyla anlattıkları büyüme ve kalkınma masallarıyla kenti devasa bir OSB yapma hayali peşindeler. AKP belediyeciliği pusuya yatmış, zamanını bekliyor. Şehri koca bir beton ve asfalt şantiyesine dönüştürüp yeni zenginler yaratmak ve şehir sermayesinin tek efendisi olmak için Hoca’nın tökezlemesini ya da tükenmesini bekliyor.
Eskişehir halkı en az on yıldır sıtma ile ölüm arasında bir tercih yapıyor, buna mecbur kalıyor. Eskişehir seçmeninin mütemadiyen tercihini Büyükerşen’den yana yapmasının asıl sebebi bu. Bu halk bir zamanlar sel ve çamurla boğuşuyordu, bu halk bir zamanlar bir bozkır kasabasının kasvetinde yaşıyordu, bu şehir bir zamanlar sadece bir tren yolculuğunda verilen yirmi dakikalık moladan ibaretti… Büyükerşen’in yarattığı değişim Eskişehir halkını çemberden çıkardı, alnını dik tutmayı, göğsünü kabartmayı öğretti ona.
Eskişehir halkı bunu biliyor, böyle düşünüyor, böyle hissediyor. Elbette sorunlardan yakınıyor, şikâyeti çok, ama başına gelenin bir “mucize” olduğunu ve bunu da Büyükerşen sayesinde yaşadığını düşünüyor, hissediyor. Gönlü Büyükerşen’de ve onu asla unutmayacak. Bakın, altını çizerek vurgulayayım, bu algının gerçekliğe ne kadar uygun düştüğünü konuşmuyoruz burada, gerçekliğin Eskişehir halkının zihninde nasıl karşılık bulduğunu, Eskişehir halkının bu yirmi beş yıllık süreci ve kentsel değişimi nasıl algıladığını konuşuyoruz.
Eskişehir Cumhuriyet'in sanayi kurucu simgesel modernleşme mekânı değil artık, küresel tedarik zincirinin hizmetindeki yerel sanayi sermayesinin ve ona mütemadiyen imtiyazlar sağlayan neoliberal belediyeciliğin el ele verdiği Lefebvriyan bir kent laboratuvarı. Bir vakitler İstanbul merkezli ulusal sermayeye biz de varız demek için Eskişehirspor adlı bir metafor yaratıp kapitalist üretim yarışındaki “Anadolu İhtilalinde” öncü rol üstlenen Eskişehir sermayesi, bugün o metaforik varlığı kendi kaderine terk etmiş ve sırtını küresel sermayenin taleplerine dayayarak ihracat rekorlarıyla övünmeyi marifet bilmiş durumda.
Şimdi o sanayi sermayesi şehrin yönetimini de istiyor. Daha fazla OSB kurabilmek, daha çok kent arazisini üretim arsasına dönüştürmek, bitmek bilmez sermaye yatırımları için meraları, tarlaları sanayinin hizmetine sokmak, zaten neoliberal tarım politikalarıyla eli kolu bağlanmış aile çiftçiliğini yerel sanayi sermayesinin taleplerine tabi kılmak için siyasetin gücüne muhtaçlar ve bu siyaseti de sadece sanayi odasının genel merkezinde değil, bizzat büyükşehir belediyesi üzerinden yapmak istiyorlar. Kurdukları oyunu bozan mızıkçı belediye başkanlarından sıkıldılar, artık belediyeyi de kendileri yönetmek istiyorlar.
Şehirdeki bütün bu dönüşüm sürecini "şehir hakkı" odağında yakından okuyup anlayabilecek ve yereldeki toplumsal muhalefet ile hemhâl olabilecek söylemsel bir alan maalesef hâlâ açılabilmiş de değil Eskişehir'de. Açılabilseydi şehrin dinamiği apolitik bir şovenizme ve ölüm kokan bu kapitalist kalkınma masallarına hapsolmazdı böyle. Şehri kentleşme ve siyaset literatürünün teorik sınırlarına yaslanarak okuyan bir müzakere zemini ve o sınırlara uzanan bir eylemsellik alanı açılabilmiş değil Eskişehir’de.
Akademik muhitler ya şehirden kopuk bir dünyada yaşıyorlar ya da sanayi sermayesinin hizmetinde kendilerine sosyal itibar ve mevki arıyorlar. STK'lar nerede? Odalar, barolar, sendikalar... Hepsi kurulu düzen içinde kendilerine bırakılan alanın sınırlarını korumak için konformist yapılarını tahkim etmeyi örgütlülük sayan bülten ve demeç kaynakları. Hak savunucu birkaç topluluk ise cılız sesleriyle bir görünüp bir kaybolmakta.
Geriye tek bir meydan kalıyor ki, o da maalesef gazeteciliğin ilkelerinden kopmuş ve meslek etiği bilmez güdümlü yerel basın. Bugün siyaset diye konuştuğumuz her ne varsa bu şehirde, işte o güdümlü yayıncılığın birilerinin çizdiği projelere uygun olarak inşa ettiği ajitatif ve sansasyonel gündem içinde geliyor önümüze.
Kurtlar sofrasındayız ve şehrimizi, Eskişehir’i iyi anlamak zorundayız. Yoksa elimizden kayıp gidecek şehir.